Milyonda Bir Ölüyüm

Belki binde bir ya da milyarda bir. Olasılıkları iyi hesaplayabilseydim bunu yazıyor olmazdım. Siz de okumazdınız. Zaten okumaya başladıysanız olabildiğince çabuk bırakmanızı tavsiye ediyorum, hiçbir işe yaramayacağını bilerek. Bırakamayacaksınız çünkü bu yazı size hiçbir şey kazandırmayacak. Okuduklarınızda yer yer kendinizden bir şeyler bulacaksanız ama sizi hiçbir zaman tamamen ifade edemeyecek. Kendinizin gölgesini görür gibi olacaksınız çünkü benliğiniz bu yazının ışığına çıkamayacak kadar kendinden memnun. Siz farkında olsanız da olmasanız da.

Topluluğa ''siz'' diyorum çünkü seslendiğim boşluğu tanıyamadım, belki hiçbir zaman da tanıyamayacağım. Birbirini tanımayan insanlar konuşurken ''siz'' diye hitap ediyorlarsa birbirlerine ben de okuyana siz demeyi uygun görüyorum.

Hiçbir yararı olmamasına rağmen bu yazıyı okuyorsunuz, zerre fayda görmediğiniz insanlara aşık oluyorsunuz ve size bir yararı dokunup dokunmadığı meçhul olan varlıklara tapıyorsunuz. İnsansınız işte, maymuna yakın ya da uzak, evrimleşmiş olsanız bile insansınız. Duygularınızı öldürmedikçe faydasız işlerden uzak duramıyorsunuz. Duygularınızı öldürdüğünüzde ise insanlığınızdan şüphe ediyor, bunalımdan bunalıma sürükleniyorsunuz. Duygusuzken mutlu olsanız da eksik hissediyorsunuz kendinizi ve tutkularınıza sarılıyorsunuz. Seks için, para için, güç için yaşıyorsunuz. İşeyen erkek aslanlar gibi sınırlarınızı çiziyorsunuz bu da evriminizi anlamsız kılıyor. İnsan nedir? İnsan, toplamda hiçbir şeydir. Bir yığın paradokstur sadece. Maddi bir varlıktır, ama kendine anlamsızca idealler belirler. Güce tapar. Bir yandan da yardım kuruluşları kurar. Çoğu zaman kimseyi umursamaz. Görmediği her şey maddeden ibarettir insan için. Gördüklerini, yakınlarını ise bir şekilde anlamlı kılmaya çalışır. Neden mi böyle konuşuyorum? Çünkü ben bir ölüyüm, milyonda bir.

Size nasıl öldüğümü anlatayım önce. On dokuz yaşlarındaydım herhalde ama tam emin değilim çünkü üstünden çok zaman geçti. Yaz aylarının sonuna geliyorduk. Günü birlikçiler deniz kenarına gitmez olmuşlardı artık. İş yerinden izin alıp tatile çıkan kalmamıştı. Yazlık yerlerde dolaşmaya çıktığınızda görebileceğiniz en genç insan altmış yaşlarındaydı. Ben o zaman da işsiz güçsüz olduğumdan hala tatildeydim. Şehre gitmemin bir anlamı yoktu, ya da yazlıkta kalmanın. Bir boşluk başka bir boşluktan daha cazip gelemez çünkü hiçbir insana. Can sıkıntısında toprakla, bitkilerle uğraşır hale gelmiştim. Şunu çok iyi biliyordum veya en iyi bildiğim şey de diyebilirim ki; insan ölü olsun canlı olsun işlevini yitirdiğini düşünüyorsa ancak toprakta huzur bulabilir. O yüzden insan yaşlandıkça çiftçi olmanın, köye gitmenin hayalini kurar. O yüzden büyük şehirlere gidip mutsuz olmuş işçiler hep memlekete geri dönebilmenin, küçük olsa da kendi toprağını ekip biçmenin düşleriyle yaşarlar. İşte, hep bu yüzden bir insan öldüğünde gömülmesi gerekir.

İşte bu toprak fikri beni mutlu ediyor, ertesi güne uyanmam için bir sebep oluyordu. Domatesler ekmiştim. Toprağın üstünde dallara tutturulmuş yeşilliğin içinde kırmızı kırmızı bitiverirler, bilirsiniz o görüntüyü. Koşuşturmaktan yanaklarını kan basmış küçük, mutlu çocukları görürdüm bahçede domateslere baktıkça. Domateslerin aşağısında güllerim vardı. Alacalı, pembe, beyaz… Yediverendi hepside. Her mevsim açarlardı. Bilirdim. Kışları görmezdim ama açtıklarını bilmem bana huzur verirdi. Küçüktü bahçem, mezarımdan biraz daha büyük biraz daha neşeliydi sadece. Arada sırada başka evlerin bahçelerindeki çimenleri sulardım. Hortumun ağzını sıkıştırdığınıza dağılan suyun çimlerin üstüne çarpışını duymanız lazım. Samimi bir teşekkürü koklarsınız ve duyarsınız su çimlere ve yer yer kelleşmiş bahçeye çarptıkça. Bahçeden uzaklaştıkça canım çekilirdi. Diyorum ya, hiçbir amacım ya da hedefim yoktu dünyada ve bence böyle insanlar ancak toprakla huzur bulabilirler.

Bahçenin üstündeki gökyüzü sanki tek gerçek gökyüzüydü. Şehirden uzaktım, ışıklar çok azdı ve her bir yıldız kendini özgürce ve rekabete girmeden sergileyebilirdi. Ben onlara isim vermedim ya da şekiller çıkarmadım. Kaydılar diye hiç dilek tutmadım. Ya da o yıldızların altında hiçbir kızı öpmedim. Öpmeye de çalışmadım. Orada doğaya aittim ben çünkü. Hiçbir gül dalından kopup insana ulaşmaya çalışmaz, hiçbir ekin kendi kendini biçmez. Aslında bunları yapabilirler, emin olun. Sadece yapmak istemezler çünkü kendilerini doğa denen bütünü oluşturan ayrılmaz parçalar olarak görürler. Ben bahçemin üstünde yıldızların altında akşamdan sulanmış toprağın hafif iç burkan kokusunu koklayarak o bütünün bir parçası olurdum ve işte bu yüzden de hiçbir kızı öpmeye yeltenmezdim. Ya da anlamsız bir arkadaşla sohbet etme ihtiyacı duymazdım. Siz de o bütünün parçası olsaydınız insanlığa ait herhangi bir şeye ihtiyaç duymazdınız, emin olun.

İşte yine bir akşamüstü, güneşin tamamen ufuktan silinmesine yakın bir vakitte domateslerin arasındaydım. Toprağa uzanmıştım. Kafamı sağa çevirmiş karıncaların çalışmasını, yer yer üstümde dolaşmalarını izlemeye çalışıyordum. Seslerini duyuyor fakat ne kadar yakınımda olduklarını bilmiyordum. Doğanın beni daha da fazla sarması isteği duydum bir anda. Nefes nefese kalana kadar koşmak ve suya atlamak istiyordum. Doğruldum, ayağa kalktım ve var gücümle koşmaya başladım. O kadar heyecanlanmıştım ki karanlıkta denizin ne tarafta olduğunu karıştırdım ve yanlış yöne doğru koştum bir süre. Zeytin dallarına çarpıyordum koştukça. Çarpan her dala seviniyordum. Canımı acıtmıyorlardı. Tabiatla aramızdaki barışın ve mutluluğun sembolü olduklarını düşünüyor ve deli gibi tek başıma karanlıkta gülüyordum kahkahalar atarak. Ne kadar koşarak dolandığımı bilmiyorum. Hatırlamaya çalışmanın da bir anlamı yok. Sonunda deniz kenarını buldum. Kumsala girdim koşar adım. Kıyıda kimseler yoktu, bu duruma çocuklar gibi sevindim. Sandaletlerimi hışımla çıkardım. Üstümü de fırlattım attım. Altımda sivrisinekler ısırmasın diye uzun kot pantolon vardı, onu da çıkardım. Anadan doğmaydım artık. Koşarak girdim suya. Karanlık olduğu ve boğulmaktan çok korktuğum için fazla açılmıyor, ayaklarımı yere değdiremediğim derinliklerde yüzüyordum. Sık sık dibe dalıyor ve karanlığın basıncını kokluyor, iyot kokusunun keskinliğini görüyordum gözlerim kapalı bir şekilde.

Uzun süre yüzdüm, ellerim ayaklarım buruş buruş olmuştu. Bir kez daha dalıp sonra çıkmaya karar verdim. Daldım, suyun üstüne çıktığımda suratımda ve kafamda ufak, tatlı dokunuşlar hissettim ve derinden bir gürültü duydum. Yağmur başlamıştı. Yavaşça kıyıya doğru yüzmeye başladım. Her bir kulacımda yağmur daha da şiddetleniyordu. Dağlara doğru baktığınızda kızıl yıldırımların hışmını görebiliyordunuz. Sahile ulaştığımda yağmur artık sağanak halini almıştı. Şu meşhur yaz yağmurlarındandı ama beni çok ürkütmüştü. Çok şiddetli yağıyordu çünkü. Bir an önce eve gidip domateslerin üstüne naylon germeliydim. Bunu düşünerek kotumu geçirdim ilk önce ayağıma. Kotumu geçirdim, kotumu geçirdim, kotumu geçi…

Bundan sonrası inanılmaz hızlı gelişti. Yani kotumu giydikten sonrasını söylüyorum. Çünkü bir anda, ne olduğunu anlayamadan ölmüştüm. Son hatırladığım fermuarımı çekmeye çalıştığımdı. Aslında yağmuru çok severdim ve tuzlu sudan çıktıktan sonra giyinmekten de nefret ederdim. O gün giyinmeden eve gitsem ne olacaktı ki sanki? Kim görecekti beni ayağımda sadece bir donla, hem görseler ne olurdu ki? İşte alışkanlıklar hayatınıza böyle mal olur. Ben kotumu giyip fermuarımı çektiğimde vücudumdaki tuzlu su ve fermuarın alaşımı yüzünden bir elektriklenme gerçekleşmiş ve üstüme yıldırım düşerek ölmüştüm. Komik, biliyorum. Rahat rahat gülün. Çünkü ben ölmeme rağmen hala gülüyorum.

Öldükten sonra hikayeler hep kısadır ve bunu herkes bilir. Ben ölüyüm ve bana börtü böcek milyonda bir diye seslenirler. Ben onlara cevap veremem çünkü artık bir işlevim var. İronik bir şekilde işlevsiz insanı toprak, ancak öldükten sonra işlev sahibi yapabiliyor. Benim bir amacım var artık. Evet, ben gübre olup yaşarken bana huzur vermiş toprağın bir parçası olacağım.

3 yorum:

  1. candan'ın farklılığı ve salinger'ın sıradanlığı, durmazer'in üslubuyla birleşmiş ve en iyi yazını meydana getirmiş. akla başka isimleri getirmeyeceğin yazılarını yazabileceğin günlerin şerefine diyelim.

    YanıtlaSil
  2. 'Kaydol' linkini yeniler misiniz?

    YanıtlaSil
  3. Kanki yardırmışın.

    YanıtlaSil