Mehmet, tankerin güvertesinde okyanusa karşı sigarasının küllerini savururken şunu çok iyi anlamıştı; normal dünya düzeninde bir hiçken, dengelerin değişmesiyle önemli biri olmuştu. Bunu keşfedilmemiş yetenekleri sayesinde elde edip etmediğini bilmiyordu. Sonuçta anladığı kadarıyla işlerin ters gitmesi ihtimaline karşı b planı olarak Ortadoğu hep vardı ve belki Mehmet, olaylardan sonra hayatta kalan tek Ortadoğulu olduğu için bu kadar yükselebilmişti. Bunları geçiriyordu aklından. Önemsemek istemiyor ama elinde olmadan önemsiyordu. Ne önemi vardı ki? Hiçliği önemsemezken, neden önemli biri olmayı önemsiyordu? Hiç kazanamamış olmayı bir kere bile sorgulamamışken kazanabilmeyi her gün sorguluyordu. Anlaşılan hiçlik mutluluk ve üzüntü, umut ve kaygı vermediği için güzeldi. O yüzden insanoğlu doğarken ağlıyordu. Nefes alma umudu taşırken aynı zamanda alamama kaygısı duyuyordu. Yaşadığı çaresizliğin izlerini ölene kadar taşıyordu böylece.
Derin düşüncelere dalmış köpüren okyanus suları izlerken arkadan gelen ayak seslerini duydu. Hipnozdan parmak şıklamasıyla uyanmış bir kişi gibi tüm düşüncelerinden sıyrılmıştı. Hafifçe arkasına baktı, gelen Jane’di. Merkezde Jane’i, Mehmeti’in yardımcısı ve danışmanı olarak belirlemişlerdi. Arap dili ve kültürü üzerine eğitim almış olan Jane şüphesiz çok işe yarayacaktı. Kadın yumuşak adımlarla Mehmet’in bir iki adım yanına kadar geldi. Buğulu ve çok bilmiş bir sesle konuşuyordu.
‘’Neler düşünüyorsun bakalım Robinson?’’
‘’Bir adaya düşmeyecek olsaydım yanıma ne alırdım diye düşünüyorum.’’
‘’Ne alırmışsın peki?’’
‘’Daha az bilmiş birini.’’
‘’Bayım, yoksa bana sinir mi oluyorsunuz?
Mehmet, Jane’in sinsi sinsi güldüğünü görmüyor ama hissedebiliyordu. Sinirini de belli etmek istemiyordu çünkü yanında götürdüğü onca insandan çok daha yetenekli biriydi.
‘’Sempati duyuyorum ve seviniyorum aslına bakarsan. Bir ağacın haddinden fazla uzayan dalını keserler önce. Bu sivriliğe ve burnu büyüklüğe devam edersen düşmanlarımız dikkati sende yoğunlaşacaktır. Kim bilir belki onların o kadar gözüne batarsın ki, benim hayatımı bile kurtabilirsin.’’
‘’Görevini layıkıyla yapmaya çalışan biri görünce sevinen insanı da ilk defa görüyorum. Ah… Doğru ya, nasıl da unutmuşum. Çünkü ben ilk defa Ortadoğulu tanıyorum, sizin karakteristik özelliklerinizden biri oysa ki.’’
‘’Şimdi hayatımdan kaygı duymaya başladım, yoksa senin şu oryantalist kitapların bu özelliğimizi yazmıyor muydu? Eğitimin kötüyse zira, bana iyi hizmet edemezsin.’’
‘’Hizmet etmek? Size kulluk edenlere iyi alışmışsınız sultanım. Ama rütbelerimiz aynı, hizmet değil yardım edeceğim ben size Mehmet Sultan.’’
‘’Mehmet Sultan değil, Sultan Mehmet.’’
‘’Anladım, pardon. Sohbetinize de doyum olmuyor, bunu bilesiniz.’’
‘’Sizin de.’’
‘’En iyisi susmak öyleyse.’’
‘’Yavaş yavaş anlaşmaya başlıyoruz sanırım. Çünkü en başından beri düşündüğüm şeyi dile getirdiniz.’’
İkisi de ayakta dirseklere önlerindeki demire dayanmış bir şekilde manzarayı izlediler bir süre. Mehmet cebinden sigara paketini çıkarttı ve Jane’e uzattı. İnce ve kemikli parmaklarıyla bir çekişte çıkardı sigarayı Jane. İkisi de kendi çakmaklarıyla yaktılar sigaralarını ve hava soğuyana kadar orda öylece durdular. Hiçbir şeyden haberi olmayan sıradan bir insan bu sahneye tanık olsa taraflardan birinin umutsuzca aşık olduğunu düşünürdü. Atmosfere ve yaşanan konuşmalara inat, mutlu ve romantik bir rüzgar esiyordu ikisinin arasından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder