Mehmet uyandığında lüks bir arabanın arka koltuğunda elleri ve ayakları kelepçeli bir şekilde oturuyordu. Ne olduğu anlamaya çalışan gözlerle etrafına bakındı. Arabanın içi loş bir şekilde aydınlatılmıştı. Yanında ceketinin yakasına broş takmış bir kadın oturuyordu. Belinde demir ışıltılarıyla parlayan bir silah ben buradayım diye bağırırcasına duruyordu. Mehmet cesareti toplayarak yanında oturan kadına döndü, bir yandan soru sormaya hazırlanıyor bir yandan da broşun üzerindeki şekli görmeye çalışıyordu.
‘’Beni nereye götürüyorsunuz?’’
‘’Bu kadar lüks bir mahkum aracı tahsis ettiğimize göre basit bir yere değil. Ayrıca soru sormanın anlamı yok. Otur ve zamanının gelmesini bekle.’’
Mehmet aklındaki sorulara cevap bulamasa da broşun üzerindeki şekli görebilmişti. Altın sarısı zemin üzerine yer yer parlak taşlarla süslü bir terazi kabartması işlenmişti. Aklına o kadar çok düşünce uçuşuyordu ki bu kalabalığa dayanamayan Mehmet kafasını koltuğa bıraktı. Biraz da oyalanmak için arabayı incelemeye başladı. İnceledikçe hayrete düşüyordu, modelini çıkaramasa da araba kesinlikle bir Lexus’du. Kadının dediği gibi basit bir yere götürülüyor olamazdı. Direksiyonun olduğu tarafa baktı ama arabayı kullanan silüetin nasıl bir tip olduğunu seçemedi.
Mehmet uyandıktan kısa bir süre sonra araba hafifçe fren yapıp durdu. Etrafı komple yıkılmış bir gökdelenin yanına gelmişlerdi. Korumalık ya da gardiyanlık tarzı işlerle uğraşan kadınlar geldiler ve Mehmet’in bulunduğu arabanın sol kapısını açtılar. Mehmet yavaşça arabadan inmek için hamle yaptı. Kapıyı açan kadınlardan biri onu hızlıca ittirdi. Eğildi ve ayak bileklerindeki kelepçeyi çözdü, sağ eliyle Mehmet’in yakasına yapıştı ve hızlıca kendine doğru çekti. Mehmet kadınların gücüne şaşıyordu.
Arabadan inince kafasını kaldırdı ve bir tabela görmeye çalıştı. Bir tabela görür gibi oldu.
‘’R……… P………’’
İki harfin anlamanı çözemedi, aradaki tüm harfler dökülmüştü. Kolları kelepçeli bir şekilde Mehmet’i asansöre bindirdiler ve en son kata doğru çıkmaya başladılar. Asansörle bina arasında bile dolaşan insanlar arasında çok fazla rütbe farklılığı olduğu ortadaydı ve Mehmet her katı geçtikçe daha da korkmaya başlamıştı. Son kata geldiklerini bildiren zil sesi çaldığını anda kapı açılmaya başladı ve kabinin içi etrafı seçmeyi güçleştirecek derece bir ışıkla dolmaya başladı.
Mehmet gözlerinin önüne ellerini siper ederek yürümeye başladı. Vakit geçtikçe ışığa alışıyordu. İki yanında duran iki kadın birden bire diz çöktü ve öylece kaldı. Mehmet korkudan kendini yere attı ama kafasını yere eğmek yerine doğruca karşısında dikilen yaratığa bakıyordu.
İki metreye yakın taştan bir heykel, gözleri kapalı taştan bir kadın. Bir elinde terazi ve diğer elinde kılıç tutuyordu. Etrafına ışıklar saçarak gölgelerin içinde vücut bulmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder