an.

“Sence on beş dakika sonra öleceğini bildiği için ölen biri mi şanslıdır, yoksa ne zaman öleceğini bilmeden ölümü bekleyen mi?” dedi B. Dedi ve söylemeden önce her ne yapıyorsa, hiçbir şey olmamış gibi aynı şeyi yapmaya devam etti. Bir an öncesini hatırlamadan, bir an sonrasını sorgulamadan, içinde bulunduğu anın dışına taşarak. Nefes alan bir ceset gibi. Dünyanın geri kalanı gibi. Ama kendisi gibi değil.

“Bence on beş dakika sonra öleceğini bilen bir adam.” dedi M, “Ama buna inanmayan ve inanmadığı için de ölmeyendir en şanslı olan. Yani yoktur. Tıpkı şansın da olmadığı gibi.” Sonra nefes aldı. Sağ burun deliğinden içeri giren bir miktar havaya nefes almak denebilirse.

Devam etti M. Neye devam ettiğini kendi bile bilmiyordu halbuki. “Ne zaman eksik olduğunu fark edersin biliyor musun? Her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu görünce. Kör olmak istersin. Çünkü kusursuzluğun özünde ne kadar eksik, sonsuzluğun ne kadar sınırlı ve sahip olduğunu sandığın şeylerin aslında ne kadar geçici olduğunu fark edersin. Uçmak istersin, oysa bacaklarını kaldırmaktan acizsindir. Burnunu çekersin. Bir daha çekersin. Hasta bir adam ne kadar çekerse o kadar çekersin. Burnunun içinde her ne varsa, o acıyana dek çekersin. Hatta acıdıktan sonra bile çekersin. Çekmeyi unutana kadar. Sonra bilmediğin bir dilde, bildiğin bir his girer vücuduna. Sol kulağından. Bir daha girer. Bir daha. Aşırı dozdan gidersin sonra ve adına da intihar derler.” dedi. Dedi ve elindeki yarım santimlik beyaz ölümleri dudaklarından içeriye bıraktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder