Sen uyurken ben günaydın derdim.

"Günaydınlar meleklerin en yücesi!"

Sabahları uyandığımda beynimde yankılanan seslerin en büyüğü, en derini ve en mutlu edicisini günler boyu sana sabahlarda tema olarak kullandım. Uyandım, uyudum, rüya gördüm, seni gördüm ve yazdım. Sana, sana olan tutkularımı kelimelere dökmek istedim, bi nebze yaptım, bi nebze ise yanından bile geçemedim.

Hayallerin karasularla yıkandığı ve güneşin tüm kötülüklerden kaçacak delikler aradığı bir coğrafyadan sesleniyorum. Empati yapabileceğim bir horozun yokluğunu doldurmaya çalışan serin havanın yaprak hışırtıları, ormandan gelen bozkurt sesleri veya kapatılmayı unutulmuş bir televizyondan konuşan eski dizi karakterleri, hiçbiri ama hiçbiri, bir horozun yokluğunu doldurmaya yetmiyor. Samimiyetin en güçlüsü, doğallığın en büyük simgesi çünkü o.

Betonarme yapılar arasında, saf metalik rengin keskin metalik bir kokuyla dansı esnasında insanların -ya da- doğaüstü varlıkların hayalgücü vasıtasıyla derin okyanuslar, yanan alevler, İstanbul'un en büyük gökdeleni kadar büyük kazanlar veya bir yamyam edasıyla alevler içinde yanışını izlediği insanlar görmesi doğal. Okyanuslar taşar; fakat sıcak bir gel-git dalgası onu tekrar eski haline getirir, getirmeye çalışır. Bu noktada Heraklitos'a katılmamak elde değil, sonuçta "Aynı suda iki kez yıkanılmaz." Bu noktada bize anlatmak istediği o kadar çok şey var ki. Evren, altımızda dönmekte olan dünya, kıtalar, milyonlarca kategorizasyona uğramış canlı ve cansız türler, her şey gün geçtikçe değişiyor. Fizik kurallarına göre hiçbir madde kaybolamaz, sadece şekil değiştirir.

Bu noktada şöyle devam edebiliriz; bana karşı olan tüm iyi niyetin, mükemmeliyeti gören gözlerin, sevdiğini fısıldayan ve şimdi "nefret ediyorum senden!" diye bağırmaktan zevk alan dudakların, ilk günden bir kıvılcım şeklinde yayılan ve tüm bedenini ele geçiren aşk, tutku ve saygı üçgenin, artık hepsi değişiyor ve değişti. Olumsuzluklar etrafını sardı, karanlıklar geceni aydınlattı, aydınlıklar çok uzaklarda göründü.

Ama aslında öyle değil! Hissetiklerinin bile ötesinde bir tutkuyla bağlı sana o silüeti bile bir boka benzemeyen çocuk. Evet hala çocuk, adam olamayacak kadar çocuk, belki de hayatındaki en büyük hataları coçukça sebeplere bağlayacak kadar çocuk, sevdiklerini üzdüğünü göremeyecek ve fark edemeyecek kadar saf bir çocuk. İlk defa izlemeye gittiği futbol maçı gibi, her tezahüratta dizlerinin çözülmesi gibi, seni gördüğünde kalbinin ve ruhunun bağı çözülen bir çocuk. Hatta, çocuksu bir aşkla bağlı olan çocuk.

Adam olamadı hala, adam olamadım. İnsanları üzdüm, insanların beni üzmesine izin verdim. Senden bile beter bi bok çukurunda hissediyorum kendimi. Lütfen bana elini uzat ve yükselebileceğimiz en yüksek noktaya beraber yükselelim. İlkokulda görünce boşlukları hisset olarak algıladığım ingilizce kalıbı, hayata geçirelim. "Fill in the blanks or feel in the blanks."

Hüzün ve gözyaşlarının hakim olduğu kabuslardan ve uykusuzca geçen gecelerden nefret edermişcesine, meydan okurmuşcasına söylüyorum:

"Sen benim yaşama sebebimsin, nefes alma sebebimsin ve bilhassa o nefesimsin. Sen benim o Nefesimsin; her alışımda seni biraz daha içeri çekmek ve her verişimde uzaklaşıp gitmene engel olmaya çalışıyorum. Yeri geliyor, seni orada uzun süre tutmaya çalışıyorum, senin de dışarıyı görmen gerektiğini düşünerek beni engelliyorlar. Bazen kalbim sıkışıyor ve nefes alış verişim hızlanıyor. Sen de büyük git gellerle vücudumun her noktasına yayılıyorsun. Yeri geliyor, yatağımın bir ucunda vücudunun belli noktalarına seni üflüyorum. Seni ve ruhunun bende kalan parçalarını. Birgün belki beni tekrar hissetmek istersin belki diye kendimi avuttuğum gecelerin akabinde belki alkolün de etkisiyle nefes alış verişim derin bir hal alıyor. Felsefik bir derinlik gibi, sen, senin maneviyatın, vücudumu yavaş yavaş ele geçiriyor ve sonra çıkıyor, sonra tekrar ele geçiriyor ve çıkıyor. Bunu bi döngü halinde, 1 milyon yıl boyunca yapabilecek kudrete sahip bir şekilde yapıyor hem de. Mutluluğun bir nefes uzağımda olduğunu bildikçe, hayata olumlu bakabiliyorum. Hayat ve sen, aynı paralellik üzerinde birbirini çekiştiren yapılar. Sen düşersen, hayat düşer; sen sıkı sıkı tutunursan, hayatım da derin bir "nefes" alır. Seni seviyorum."

Saatler boyu tekrar edebileceğim bir tempoda söylüyorum.

Hiç kimseyi sevmediğim kadar, şimdiye kadar hissetmediğim kadar, dünyalar kadar, iki kolun ulaşabileceği son mesafe kadar, annenin kokusunun mükemmelliği kadar. bir operanın kusursuzluğu, bir senfoninin uyumu kadar. Sembolist şiirlerin yoğunluğu ve en dadaist şiirlerin içtenliği kadar. Yukarıya doğru bakıp daldığında zihninde o oluşan muazzam silüet kadar. BU KADAR FAZLA.

Bana iyi geceler, sanaysa günaydınlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder