dünyayı değiştirebilir miyiz? sahneye zincirlenmiş seyirciler gibiyiz. olduğumuz yere uygun değil olduğumuz şey. alkışlayanlar da var aramızda, zincirlerini şakırdatarak. ben, boğazım yırtılırcasına yuhalıyorum seyrederek oynadığımız bu bıktırıcı oyunu… boğazım yırtılırcasına… ve sesim çıkmıyor.
ruhum, başka ve daha güzel bir dünya hayal edebiliyor olmakla lanetlenmiş. memnuniyetsizliğim varoluşuma sinmiş. sabahları uyanmak, sırf doğan güneşi yüzüstü bırakmamak için mi? anlam vermeye çalışıyorum nefes alıp verişlerimin arasındaki hayat denen çürük dolgu malzemesine, ki esas anlama muhtaç olan, enfeksiyonlu ağızlarca solunarak mikrop yuvası haline getirilmiş bu havayı içime çekişlerimin her biridir. hastayım ve hasta olmamanın ne demek olduğunu bilmiyorum.
en ölümcül, en acı verici hastalığım nedir? başka ve daha güzel bir dünyanın hayalinden daha beter bir hastalık düşünemiyorum. ve, artık çok geç. hiçbir ilaç iyileştiremez beni, çünkü ilaçlar, nihayetinde, beni hayatta tutar. çoktan havaya sinmiş bu veba, ve suya ve toprağa... ya ateş? ateş. …
kirletilmiş, hastalıklı, düşkün bir ateş görmedim hiç.
başka ve daha güzel bir dünya, ateşten bir dünya olmalı. bir cehennem kuyusu olmalı. tanrıya muhtaç mıyız cehennem için? hayır. cehennemi kabullenmek onu çağırmak değil midir? ateşi, yıkımı, yokoluşu çağırmak, ona doğru atılmak, ona düşmek değil midir? ki ancak yokoluş, varoluşumuzun hastalığını tedavi edebilir. ancak yokoluş, bu lanetli varlığımızın anlamsızlığını ortadan kaldırabilir. ancak şu düşünce bizi kurtarabilir: hiç varolmamış olacağım, o halde, anlam isteyen nedir?
zincirlerden kurtulmaya çalışmazsam, en azından zincirler canımı acıtmaz. böylece, farkettiğim en yüce gerçek budur. aynı şeymiş aslında, hayatın anlamı, sahnedeki seyircinin suskun tiradı ve ölümcül hastanın tek çaresi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder