Bir parodinin içinde, başrollerde yine sen ve ben vardık. Bu sefer karanlık olana aydınlık, bilinmeyene ise inanılan demek zorundaydık. Parodiler böyleydi, her hareketimizin aksini yapmalıydık. Hava karardığında yeni bir günü yaşamalı, gün ışıdığında ise gözlerimizi kapamalıydık. Rüyalar gerçek, gerçekler yalan olmalıydı. Olmadı, yapamadık.
Parodiyi korkuya, gerçeği şakaya tercih ettik. Öldük, dirildik. Ölmedik, en öldüğümüz zamanlardı. Sabah uyanmazdık, perdeler açılmazdı. Perdeler açıldığında, ışıklar kapanırdı. Işıklar kapandığında, ölmek için haklı sebeplerimiz vardı. Ve biz öldüğümüzde, en baştan başlardık.
Sanırım o gece yanıma uğramasının sebebi de buydu. Hakim renk griydi, sokaklar sessizdi, arabalar hareket etmezdi, öylece durur ve bizi izlerdi. Trafik lambaları yeşil yakmayı bırakmış, sadece sarı rengin önderliğinde bir yanıp bir sönerken, çocukluk günlerimde takıldığım bir sokağa benzemeyen yolun en başında sen belirirdin. Parmaklıklar yoktu, kapalılık yoktu, simit satan biri veya otobüs durağı yoktu. Güneş vardı ve yok olmuştu. Sen içeri girdiğinde pencereden içeri sızan rüzgar, suratımı yalayarak sana doğru yaklaştı, sana dokunmadı, dokunmasın istedim ve çıktı. Sen onu fark etmedin, sen beni fark etmedin, ya da gözlerimi. aylar önce bir köprüden aşağıda sana bakan -ya da- ölü bir kuzguna.
Sabah olmuştu, karanlığın önemi kalmamıştı. O gitmişti. Hep giderlerdi. Yükseklerde uçan bir kuzgun hiç gelmemişti, ya da kanalizasyonda yaşayan bir fare. Sen onların yerine de gelmiş, sonra da git-miş-tin. "Bilmiyorum." derdim böyle zamanlarda. Bildiğimi bilmek zorunda olmayan insanlara ders verir gibi, kendimle dalga geçer gibi, öğrenmemiş gibi. Günlerden pazartesi olduğu veya saatin sıfır dokuz on altı olduğunu bilmiyordum. Güneşin tekrar kendini göstereli iki saat otuz altı dakika olmuştu ve ben bunu bilmiyordum. İki blok ötede, bazı sabahlar otobüste gördüğüm ve bunu bilmediğim adam, dokuz on beşi görememişti ve bunu bilmiyordum.
Evden çıktım. Hava almam gerekirdi, insan fizyolojisi bunu emrederdi, üşüdüğümde örtünmemi, terlediğimde soyunmamı, sevişirken soyunmamı, öpüşürken utanmamı. Fizyoloji yalan söyleyemezdi, kızarırdı. Gözlerim kızarırdı, sen kızardın. "Uyu biraz." derdin, Balıklar ölmeli ve kuşlar yüzmeli diye geçirirdim içimden. Uyku zordu, deneyim isterdi, iyi sevişmek deneyim isterdi. Biz iyi sevişirdik.
İki sene boyunca, haftada üç kere seviştik. Bazen dört. Genelde beş. Sonra uyurduk, o zaman uyku kolaydı, huzur isterdi. Biz onu bulur ve saklardık. Akşama kadar o huzuru sağa sola harcardık. Üç kutu nefrete bir tutam huzur, iki şişe kine üç gram huzur.
Huzur bitti.
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder