seksen gram. bölüm iki.

O gün futbol oynamıştık. Matador Hakkı vardı bizim uçta. Ortada Palavra Recep ve Resul, onların arkasında Kel İsmail ve benim önümde de yeni yetme bir çocuk, ismini bile bilmezdim, doğrusu hâlâ da bilmem. Karşı tarafı boş verin; şarap çanağına sıçtıklarım, önce futbol oynamayı öğrenmeliler. Aslına bakarsanız benimki laf, çünkü hiçbirimiz bilmezdik futbol oynamayı. Bir Hakkı Ağabey iyiydi ama futbolda mı iyiydi, yoksa ayağındaki demirleri sivrilmiş cilalı kramponlardan ötürü ona yaklaşmaya cesareti olmayan karşı taraftakiler mi korkaktı hiçbir zaman çözemedim. Bizimse kramponlarımız yırtıktı. O mezara benzeyen sahada her zaman madara olurduk. Madara olmayı severdik. Pis hayatımızdan bir kaçıştı çünkü orası. Çünkü orada biz olmaktan çıkar, istediğimiz kişilere dönüşürdük, çocukluğumuza giderdik, çocukluğumuzdaki kadar masum olduğumuzu hissederdik, inanın bana o boktan sahada kendimizi bir iyilik meleği ilan etmediğimiz kalırdı, her seferinde iyi insanlar olduğumuzu falan sanıp kendimizi avuturduk ve bu his gerçekten uzun sürerdi; birilerine mal satana ya da her gün özenle bilediğimiz bıçaklarımızın ucu bir takım insanların bir takım yerlerine girene kadar sürerdi, inanın bana.

Maçın ardından ki on sekiz gol falan atıp kazanmıştık, içeride duş aldık. O halı sahaya döktüğümüz her bir kuruş bizim için kıymetliydi, bu yüzden duşumuzu orada alırdık. Her bir dakikamızın ayrı bir değeri vardı. Aslına bakarsanız pinti adamlar değildik, sadece hayat bize karşı pintiydi. Biz de elimizden gelen kurnazlığı yaparak durumu dengelemeye çalışırdık.

Herkes dağıldıktan sonra, askılardan birine astığım ceketimin cebinden ufak bir torba çıkarıp Palavra’ya uzattım: “Al, bu senin mal.”

Birden hiddetlenerek bana küfretmeye başladı: “Orospu çocuğu, malı burada mı bıraktın?”

“Götüme mi soksaydım?” dedim gülerek. “Haydi, Hakkı Ağabey’i kaçırmayalım. Bu arada satmamız lazım bugün. Orospuya döndük. Bugün yarın su da kesilir. (Elektrik kesileli birkaç gün oluyordu.) Mahallenin çeşmesinde mi yıkanacağız amına koyayım. Biraz gayre…”

“Planını siktiğimin kumarbazı.” diyerek lafımı kesti. “Hep senin yüzünden beyinsiz herif. Batağa yatırıyorsun tüm günün mahsulünü, sonra da burada gelip bana dikleniyorsun.”

“Tamam.” dedim. Kolumu omzuna atarak yatıştırmaya çalıştım onu. Pek aptal bir adam değildi Recep, bu yüzden onu yatıştırması da kolay olmazdı. Dediğim gibi, palavra derlerdi ona. Herkese hiç zorlanmadan bir palavra sıkabilirdi. Onun palavracı bir dolandırıcı olduğunu bilseniz bile bir şekilde kanardınız yalanlarına. Orospu çocuğu bu işi gerçekten iyi bilirdi çünkü. Cebinizi özenle, titizlikle boşaltırdı ve neye uğradığınızı ancak çok sonraları fark edebilirdiniz. Ama bana karşı iyiydi. Aynı evi paylaştığımızdan mı, benzer kaderlere sahip olduğumuzdan mı bilmem (Bunu daha sonra anlatacağım.) beni gerçekten severdi ve tabii ben de onu.

Hakkı Ağabey’in mekanının önüne geldik. Bir kasabı vardı. Malı orada satardık. Mal hep orada satılırdı; yüzler değişse de yer aynıydı anlayacağınız. Alıcılar da, satıcılar da, kısacası siktiğimin mahallesinde yaşayan küçük büyük herkes orada mal satıldığını, oranın cenabet bir köşe başı olduğunu iyi bilirlerdi.

Hakkı Ağabey kilidi kapıya geçirmiş, zorlayarak ve küfrederek kapıyı açmaya çalışıyordu: “Pezevenk. Mezarını, kitabını sikeyim senin, açıl artık.”

Hep aynı şey olurdu. Hepimiz alışmıştık artık. Biz gülerdik, Hakkı Ağabey kızarırdı ama sonunda hep açardı kapıyı. Belki de bu yüzden, camekanın dışına şu aptal demirlerden bile asmaya gerek duymazdı; çünkü o cenabet kapıyı kendisinden başka kimsenin açamayacağını bilirdi. Güçlü bir adamdı. Biraz da bu yüzden matador derlerdi ona. Ben hiç şahit olmadım ama sığırları doğramadan önce onlarla güreştiğini söylerdi büyük ağabeyler. Ne yalan söyleyeyim, inanırdım, inanırdık. Öyle bir tipi vardı çünkü. İki metrelik bir adamdı. İnanın bana o kapı yedi gün, yirmi dört saat açık dursa bile oraya bir Allah’ın kulu bir şeyleri araklamak niyetiyle girmeye cesaret edemezdi. Çünkü sonunu bilirdi. O sondan küçük büyük hepimiz korkardık. Elini attığında indiremeyeceği adam yoktu Hakkı Ağabey’nin. Muşmula’dan bile korkmazdı, bunu da her fırsatta dillendirecek kadar açık yürekliydi: “O yaraktan mı korkacağım?” derdi, “Ciğerini bilirim onun, bana bir bok yapamaz. Yapmaya cesaret etse bile yapamaz. İndiririm alimallah. Ben Allah’tan başka kimseden korkmam.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder