seksen gram. bölüm bir.

İspirto cehennemlik biriydi. Temizlenmek istediğini söyledikçe sürekli başımıza yeni dertler açan orospu çocuğunun tekiydi. Kendi dışında hiç kimseyi düşünmezdi; sevdiğini söyledikleri insanlarsa (annesi, sevgilisi ya da ahbapları) onun evcilik oyunundaki değişken özneleriydi. Bunu hepimiz bilirdik. O süzülmüş piçin sıkı bir orospu çocuğu olduğunu gerçekten hepimiz bilirdik ama bir yandan da onu bırakamazdık. O yaramaz şerefsizin gerçekten kendi içinde bir çekici yanı vardı; arkasından söverdik, yanında olmak istemezdik ama dibinde bitiverirdik. Bu hep böyle olmuştu. O kafasına eseni yapabilecek kadar umursamaz biriydi, bizlerse yol ayrımına giremeyecek kadar korkak yancılarıydık. Kaderimize boyun eğmek zorundaydık çünkü tanrı bize başka seçenek bırakmamıştı. Tanrı. O orospu çocuğunu iyi bilirim, histerik bir yazardan farksızdır; sürekli bir şeyler karalayıp durur ama genelde belli başlı karakterleri vardır, sadece onlara karşı ilgilidir. Biz onlardan değildik. Biz kıçının dibindeki çöp kovasına katlanarak fırlatılmış bir kağıdın içindeki sıradan isimlerinden fazlası değildik. Sonumuz çoktan belliydi. Aslına bakarsanız hepimiz de bunun farkındaydık ama bir şekilde yaşıyorduk işte. Düşüyorduk, kalkıyorduk, kalktığımızı sanıyorduk, daha beter düşüyorduk, hep düşüyorduk ama nefes alıyorduk işte. Önemli olan buydu ya da kendimizi bu şekilde aldatıyorduk. Aldanmaktan memnun olmadığımızı söyleyemem size. Doğrusu iyi ve sıkı sarılmış bir dal cigara için, kendimi ve hayatımdaki herkesi sonsuza dek aldatabilecek kadar yüreksiz biriyim ben, inanın o ciğeri beş para etmez İspirto’dan beni ayıran tek şey, benim sikik bir lider olma potansiyelimin bulunmaması. Ama üzülmüyorum. Şu siktiğimin dünyasında üzülebileceğim bir dünya şey varken ve ben hepsine kulak tıkamışken, doğrusu bu aptal şeye üzülmemi bekleyemezsiniz benden.

Bir sabah dedemden bana kalan tek şey olan, hurdacıya bile satamayacağınız türden bir çalar saatin sesiyle lanet olası güne, bir daha uyanmamayı dilediğimiz bir gecenin ardından tekrar başladık. Size ayrıntıları anlatmayacağım. Doğrusu siktiğimin tuvaletinde manga okuyarak harcadığım iki saati merak ettiğinizi hiç sanmıyorum.

İspirto tuvaletin kapısına gelip, bağırarak kapıyı yumruklamaya başlamıştı. Aptal herifin tekiydi doğrusu, kapı açıktı ama o neredeyse kapıyı yumruklayarak kıracaktı. Kibar falan olduğundan değil, beni kapıyı kilitleyecek kadar malzemesinden korkan bir herif sandığından falan herhalde. Önemsemedim pek. Kıçımı sildikten sonra ellerimi yıkayıp, kitabı her zamanki yerine (Havlu dolabına. Sikindirik dolapta havludan fazla manga vardı.) koyup kapıyı açarak, o aptal herifin yüzüne her zamanki itaatkar görünen ama umursamaz ifademle bakıp: “Buyur ağabey” dedim “Ne istiyorsun?”

“Bizim mal ne kadardı Recai?” diye sordu. İsmin Recai’ydi. Bana Galatalı Recai derlerdi. Açıkçası Galata’ya bir kez bile gitmemiştim, karşı yakada kalıyordu ve karşı yakada bildiğim tek yer Karaköy’ün meşhur ve ucuz kerhaneleriydi. (Babam Galata taraflarının en bilindik cepçisiymiş zamanında. Eh, hanedan gibi bir şeydir bu unvanlar bizim alemde, kolay kolay unutturamazsınız.)

“Seksen gram falan kaldı ağabey. Ne yapacaksın?”

“Boş ver orasını.” dedi. Yüzünde pis bir ifade olduğunu bir çocuk bile sezebilirdi doğrusu.

“Aman, gözünü seveyim ağabey.” dedim “Muşmula’yı duydun, üçümüzü de ipe dizer bölgede satmaya çalışırsan.”

“Muşmula’yı muşmula yaparım, yarağım. Onu ortadan ikiye bölerim, sonra da kuzu eti niyetine yerim. Kimse benim işime karışamaz. Ama niyetim bölgesinde satmak falan değil. Şu uyuşturucu ile mücadele eden derneğe gideyim diyorum. Bağımlılıktan kurtulma ayağına malları kakalarım.”

Doğrusu İspirto korkak herifin tekiydi. Muşmula’dan ya da kendinden büyük olan herkesten korkardı. Bizim sokaklarda belli bir hiyerarşi vardır ve İspirto o hiyerarşinin altında bulunan küçük ağabeylerden biriydi. Sadece biz ona itaat ederdik, bahsetmiştim size. Ve birilerinin ona itaat etmesi, onun kendisini tanrı sanması için yeterince iyi bir sebeptir. Enseme bir şaplak attıktan sonra o pis gülümsemesini yüzünden bir an olsun düşürmeden evden çıktı. O herifi bir daha görmedim. O göt hoşafını inanın bir kez bile olsun görmedim; duyduğuma göre Muşmula niyetini bir şekilde öğrenmiş (Lağım ağızlı herifin kafasıyla ağzı arasında sadece birkaç saniyelik fark vardı ve çevresindeki herkese güvenecek kadar da saftı.) ve onu harcamıştı. Onun eksikliğini uzunca süre çekecektim. Ona ihtiyaç duyduğumdan ya da onu çok sevdiğimden falan değil, doğam gereği altta olmaya, emir almaya eğilimli biri olduğumdan. Uzun süre başsız kalacağımdan, bilirsiniz.

Ta ki Rıza Ağabey ile tanışana kadar. Vadi derlerdi ona, bazıları da organizatör. Yukarıdaki insanlardan iyi işler alır ve mahalleyi kullanarak bu işleri hallederdi. Tahmin edebilirsiniz, cebi dolduran sıkı işlerdi ama pis işlerdi ve mahalle aralarında üç kuruş için bu tip işleri yapabilecek bir dünya lağım faresi yaşardı. İşte Rıza Ağabey burada devreye girerdi. Bu sayede tanışmıştık. Ben o lağım farelerinden yalnızca biriydim. Öylesine bir hayatım vardı, öylesine bir şekilde sonlanacaktı. Anlatacaklarım sonunda efsane olacağımı falan sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ben karmaşık bir ruhu olan basit bir adamdım ve kimse basit bir adamı efsane hâline getiremez, kendisi bile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder