Güneş, kendisinden bir parça koptuğunda çok üzülmüştü. Sonra bir parça daha koptu. Sonra bir tane daha. Güneş kocamandı, Güneş küçülmüyordu; Güneş üzülüyordu. Kendisinden kopan her bir parça, ondan uzaklaştıkça değişiyor, kimisi ona çok benziyor, kimisi sıkıca hazırlanmış bir kartopunu andırıyor, kimisi yemyeşil bir vadide açan tek bir kırmızı çayır gibi parlıyordu. Güneş onları görüyor ve gitmelerini istemiyordu. Sonunda düşündü ve her bir parçayı tek tek geri çağırmaya karar verdi. Güneş'in tahmin etmediği bir gerçek vardı, kopan parçalar asla yerine gelmezdi. Güneş olanı çok geç fark etti. Yerine gelmeyen her bir parça için kendi enerjisinden ipler oluşturdu. Tüm kopan parçaları tek tek ipiyle bağladı. Önce kendine, sonra birbirine. Güneş onların dans etmelerini istedi, onlar dönmeye başladı.
Güneş'in çocukları doğuyordu. Güneş'in çocukları doğuruyordu. Güneş artık üzülmüyordu.
Güneş'in çocukları kendi çocuklarına sahip olmaya karar verdiğinde sadece biri bunu Güneş'e söyleyebildi. En ortadaki çocuk, Dünya. "Ben senin torunların olsun istiyorum Güneş." dedi ona, "Bana her şeyinden yeteri kadar gönder ve ben de onlara ulaşabileyim." Güneş düşündü ve çocuğunun da kendisi gibi üzülmesini istemedi. Ona en değerli şeyini gönderdi, ya da tek sahip olduğu şeyi, ışıklarını. Işık çocuğa ulaştığında, çocuk her şeyi ayarlamıştı bile.
Bir tutam ışık,
İki tutam keder,
Üç tutam nefret,
Dört tutam aşk,
Beş tutam korku ve
Bulabildiği kadar bencillik.
Dünya herbirini dev kazanına koydu. Hiçbir şey olmadı. Dünya ağladı. Dünya ağlayınca gerekli olan son element de tamamlandı.
"Güneş'in Gözyaşları."
Dünya, Güneş'ten yapılmıştı; bu sayede içinde asla keşfetmediği ve güneşe ait olan özellikler olduğunun farkında değildi. Dünya'nın ağlaması yeterliydi, ya da öyle sanılıyordu. Lakin öyle olduğu vakit belli sorunların olacağından bahsederlerdi, eski yıldızlar. Eski yıldızların fısıltısı gelirdi kulağa "Salt Güneş'e ait olmayan her damla gözyaşı, bir duyguyu da yanında götürür".
Birden beklenen oldu. Dünya'nın çocukları doğdu. Küçük ve buruşuklardı; yumuşuk ve kırılgan oldukları kadar. Başlarda en ufak bir sorun bile yoktu. Dünya kendi çocuklarıyla oynuyor, onları yıkıyor, sonra da kendi ışığıyla kurutuyordu.
Ve bir gün kehanet gerçekleşti.
Güneş'in yaratıcısı olanların hepsini izliyordu. Güneş belki kusursuz olabilirdi ama çok sıkıcıydı. Yaratıcı sıkılırdı, aynı yıldızları görmekten, aynı karadeliklerden geçenleri saymaktan. Ama Dünya'nın çocukları öyle değillerdi. Onlar tahmin edilemezlerdi. Çünkü kusursuz değillerdi. Güneş'in gözyaşını değil, Dünya'nınkileri taşıyorlardı. Hiçbiri aynı değildi, kimisi çok korkarken, kimisi çok aşık oluyor, kimisi nefret ederken, kimisi merhamet duyuyordu.
Ve yaratıcı aşık oldu.
Bir gün karar verdi. Dünya'nın çocukları'nın kılığına girecek ve onlara aşkından bahsedecekti. Ama sorun şuydu ki, o kusursuzdu. Kusurlu olmaya çalıştı ama başaramadı. Sonra Dünya'ya indi. En yaşlı çocuğun karşısına çıktı. Çocuk, buna dayanamadı, oracıkta ölüverdi.
Tanrı dayanamadı, ağladı. Her gözyaşı, yeni bir hayat başlatıyordu. Önce bitkiler, sonra en küçüğünden en büyüğüne sırayla tüm hayvanlar. Böcekler, mantarlar. Son gözyaşı damlasına kadar her damla hayat başlatırken, sonuncusu kıpkırmızıydı.
Ve kötülük doğdu. Bir daha da ölmedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder