İki kişi vardı yanımda. Dar ve karanlık bir odadaydık, üşüyordum; ya soğuktu ya da çıplak olduğum için böyle hissediyordum. Diğerleri de çıplaktı. Diğerlerinin de yere doğru uzanmış sikleri vardı. Tanımıyordum onları, tanımak istemiyordum, neden onlarla birlikte olduğumu bilmiyordum ve neden burada olduğumu da. “Onlar da benim gibi hissediyorlardır herhalde.” diye geçirdim içimden. Korkuyordum. Anlamak istiyordum, ama bundan önce duymak istiyordum; kimden geldiği önemsiz olan bir sesti bana gereken, ama duruma bakılırsa yanımdakilerin konuşmaya pek niyetleri yoktu. Konuşamayacak kadar korkuyordum. Onlar da korkuyorlardı, belli.
Bir ses duyuldu sonra. Bir ses, ama neyin sesi belli değil. Bir insandan gelmiş olmalıydı, ama insan sesine de pek benzemiyordu. Hışırtı gibiydi daha çok, tüm odaya yayılmıştı. Nereden geldiğini duyamadım, etrafıma baktım ama karanlıktan bir şey görünmüyordu. Sonra bir ışık belirdi karşımda. Işığın belirdiği yerde bir kapı belirdi. Kapının yanında bir kadın. Çıplak değildi bizim aksimize, ama çıplak olsaydı o anki kadar şehvetli olamazdı, eminim buna. Farklı bir kadındı. Uzundu ve uzun bacakları vardı. Bacaklarını daha da uzatan ayakkabıları vardı, yerden en az on beş santim yüksekte. Ayak bilekleri inceydi, dizlerine kadar kalınlaşıyor, dizlerinden sonra daha da kalınlaşıyordu. Güçsüz ve güvensiz hissediyordum, korkuyordum ve merak doluydum, ama tüm bu şartlara karşın orada, o kadın karşısında hayranlıkla dolu bir arzu kaplamıştı içimi. Bacaklarının bittiği vücudu başlıyordu. Vücudunun hemen altında kasıkları vardı. Tıraşsızdı. Orman gibiydi. Kaybolmak istedim o an orada. Baktım. Baktığımı görüyordu belki, baktığım için bir saniye sonra ölecektim belki, o an tüm bunları düşünüyor ama kendi düşüncelerime kulak vermiyordu. Sikim kalkmaya başladı. Olmaması gerekirdi ama engelleyemiyordum ve engellemek de istemiyordum. Bize doğru yaklaşmaya başladı kadın, özellikle de bana doğru. Yaklaştı, iyice yanaştı yanıma. Ellerini omuzlarıma götürdü. Bir kadına göre epey büyüktü elleri, yani olması gerektiği gibiydi. Parmakları uzundu. Tırnaklarında koyu bir kırmızı oje vardı ve epey iyiydi kesimi, uzundu da. Tırnaklarını omuzlarımda gezdirdi. Omuzlarımdan vücuduma indirdi. Vücudumdan sikime. Oynamaya başladı. Oynadıkça da kendimden geçtim. “Ne oluyor bana?” diyordum içimden, ama aradığım şey cevap değildi, boşalmak istiyordum. Düşünebilmek ve sorularıma cevap bulabilmek için öncelikle ihtiyacım olan şey buydu. Çekmeye başladı kendine doğru. O çektikçe ben güçlü hissettim. Bir kahraman gibi hissettim. Dünyayı yıkabilirdim o an, ama önümdeki kadını yıkmakla yetindim. Dizlerime doğru yıktım onu. On saniye öncesinde bakımlı ellerinin durduğu yerde şimdi dudakları duruyordu ve beş saniye sonra dili orada olacaktı. Dili değdi. Değdi ve kendimi kaybettim. Böyle olmamalıydı ama olan tam olarak buydu; kendimden geçtim ve boşaldım. Biraz diline, biraz dudaklarına, biraz da yüzünün geri kalanına. Ayağa kalktı. Diziyle belinin neredeyse ortasındaydı eteği, belki biraz daha beline yakındı. Diziyle kalçasının birleştiği yerden bir selpak çıkardı. Sanırım kıçından çıkardı ve yüzünü silmeye başladı. Sildi ve gözlerini gözlerime sabitleyerek, sabit bir ses tonuyla, “Merhaba Mert Bey, yazdıklarınızı hayranlıkla okuyorum.” dedi. “Bu hayranlığımı bilmenizi ve biraz teklifsizce de olsa, sahip olduğum gücü kullanarak, size bir hatırlatmada bulunmak ve teşekkür etmek istedim. Umarım kızmadınız bana.”
Şaşkındım ve biraz önce olan şeyden dolayı utanç doluydum. Anca utanmaya başlamıştım; böyleydi bu, ereksiyon hâlinde bambaşka bir adama dönüşüyordum, şiddet doluydum ve kendime, en azından normal şartlarda kendim olan adama hiç benzemiyordum. Acaba hangisi bendim? Bu soruyu sormak için yanlış bir zamandı. Ne yapmaya çalışıyordu karşımdaki kadın? Bir şeyler söylemişti ve hiçbir şey anlamamıştım. Sanırım kafamdaki sorulara kendince bir yanıt vermeye çalışmıştı, ama söyledikleri benim merakımı yok etmemiş, aksine kafamda yeni sorular yaratmıştı. Sert bir adam olmaya çalıştım, içimde bulunduğum şartlar sert bir adam olmama el veriyor muydu bilmiyorum, ama elimden geldiğince denedim bunu. Gözlerimi kıstım, ellerimi havaya doğru, biraz da kadına doğru kaldırdım ve bağırmaya başladım. “Neler oluyor burada? Kim bu adamlar, ne yapmaya çalışıyorsunuz bana, kimsiniz siz, kimsin sen!”
Sakindi. Bakışları en baştan beri aynı şekilde sabitti. Ses tonu da öyle. Tanrım, hiç değişmiyordu ve ben bu hâline anlam veremiyordum. “Sakin olun Mert Bey, her şeyi anlatacağız size.” dedi ve tekrar ışığa doğru, kapıya doğru yürümeye başladı. Ona doğru uzandım ama yetişemedim. Yetişemeyince de onu yakalamak için hareketlenmeye çalıştım, ama olmadı. Yere çivilenmiş gibiydim. Sanırım gerçekten de yere çivilenmiştim. Ayağımda daha önce hiç görmediğim türden, çelik ayakkabılar vardı. Kadın kapıyı açtı. Kapıdan çıktı. Kapıyı kapadı. Işıklar söndü ve daha önce hışırtıya benzer sesi duyduğum yerden, yani odanın her yerinden bir ses duyuldu. Bir kadın sesi. Güzel ve herkesin hayranlık duyabileceği türden bir sesti ve biraz önceki kadının aksine, sabit bir ses değildi bu, daha güzeldi, daha şehvetliydi ve daha etkileyiciydi.
“Şimdi bir tren istasyonunda olduğunuzu düşünün. Birliktesiniz. Aynı şekilde çıplaksınız. Etraf karanlık ve orada sizden başkası yok. Son treni kaçırdınız. Yeni bir tren bekliyorsunuz ve gelen trenle nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz. Bilmeyeceksiniz. Birazdan bir trenin geleceğini ve sizi gitmek istediğiniz yere götüreceğini düşleyin.”
Ses kesilmişti. Çok geçmeden odanın içi aydınlanmaya başladı; bu sefer biraz öncesinin aksine sadece kapı ve çevresi değil, tamamı. Yerden gelen bir ses duydum. Ayaklarımın olduğu yerden. Ayaklarım çözülmüştü, ama onları hareket ettirmekte zorlanıyordum. Çünkü ayakkabıya benzer şeyler çeliktendi ve aman tanrım, çok ağırlardı. Kapıya doğru yürüdüm, ve tabii benimle birlikte diğerleri de.
Kapıdan çıktım. Karanlık bir yerdi. Etrafımızı göremiyorduk ve göremediğimiz için de yürümeye cesaret edemiyorduk. Beklemeye başladık, neyi beklediğimizi bilmeden. Beş dakika geçmiş olabilirdi ya da beş saat, ayrımı yapamayacak kadar algılarımdan uzaklaşmıştım. Önce bir ses duydum. Sonra da bir ışık gördüm sağ tarafımda. Bana doğru yaklaşıyordu ve yaklaştıkça da gelen şeyin bir tren olduğunu fark ettim. Aklıma kadının sözleri geldi. Tren geldi. Trene girdim.
Saat sıfır dört elli altı. Koltuğumdayım ve yazıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder