Yağmur

yağmur bastırdı birden. damlalar, pıt pıt cama vurup, sık ve keskin kavislerle ağır ağır süzülüyordu parapete doğru. bardaktan boşanırcasına ve uzaklardan geliyor hissi veren boğuk bir şırıltıyla, bir uğultuyla yağan yağmur, belli belirsiz bir avarelik ve gayet açık bir acele katıyordu sokaktan geçen insanların yürüyüşlerine. önce sanki belli bir düzenle seyreldi insanlar, sonra birden kayboldular. binlerce sudan nefer, on dakikada işgal edivermişti sokağı. gök gürültüleri, apayrı, daha yüce, daha kutsal bir hava veriyordu sanki yağmura. ve gök gürültülerinden biraz önce, maviye çalan bir beyazlıkla aydınlanıveriyordu tabaka tabaka bulutların gölgelediği sokak, bir anlığına... yaklaşık yarım saattir oturuyordu pencerenin önünde. yaklaşık yarım saat seyretti, dinledi. sonra uğultu, başladığı gibi kesiliverdi birden. yaz yağmuru çabuk diner demişler. daha doyamamıştı ki ama... sanki yarım kalmıştı yağmur. "makinist!" diye bağırmak geldi içinden... sofadan indi.
mutfaktaki annesine:

- ben dolaşmaya çıkıyorum. dedi.

- bu yağmurda mı? diye sordu annesi, büyük, gümüşî bir tencereyi eskiden beyaz olan bir bez parçasıyla kurularken.

arap kızı, bir itirafta bulunacakmış gibi, yere indirdi bakışlarını:

- yağmur dindi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder