edalar, sedalar.

On ikiden vurulmuş bir hedef, tutkulu bir aşk ya da hiç unutulamayacak bir hatıra değil aradığım. Anlatmak istiyorum. Kulağına dudaklarımı yanaştırıp, bir masal gibi anlatırmışçasına gerçeği, ya da gerçekten bir masal anlatırmışçasına. Sadece anlatmak bütün derdim ve anlatırken hissedebilmek, bedeninden ruhuma esen şeyi. Belki ılık bir meltem, belki şiddetli bir rüzgâr, belki de isimsiz bir kıyamet. Ama hissedebileceğim türden bir şey. Hissetmek istiyorum, anlıyor musun?

Hayır güzelim hayır, anladığını hiç sanmıyorum. Sen beni kazanmak istiyorsun, bense seni kaybetmemek. Bu doğru değil. Bu gerçekten doğru değil. Marakeş’e o kız çocuğuyla gitmemem ve hiç gidemeyecek olmam kadar da sarsıcı. Oysa bana gereken, oysa sana gereken, içinde kazanmak ya da kaybetmenin olmadığı ve hiç olmayacağı bir dünya, değil mi?

Buruk ve acısız bir sancı hissediyorum içimde. Derinde, hatta en derinlerde. Kaynağına ulaştığımda kaybolmaktan korkuyor, ama bir yandan da ısrarla ulaşmayı diliyorum. Kulağına eğilmek ve bir şeyler fısıldamak istiyorum yine, ama bir masal değil bu kez. Dilediğim şey, tek sırrımı, tek sırdaşıma teslim etmek ve beni öldürmesini beklemek. Ve bunu yaparken, tam olarak emin olmamakla birlikte, yine biz ona “belki” diyelim, bir masal olmayı dileyebilmeyi diliyorum. Senin beni yaktığın, benimse seni tutuşturduğum bir masal olmak ve hiç bitmemek. Gerekirse bunun için kendi nefesimi, anlatanın nefesine katabilir ve hatta ölmeyi bile göze alabilirim.

Ya da boş ver, yapamam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder