Düşünceliydi kumral saçlı olan. Kafasını kaldırıp saate baktı. Fazla zamanları yoktu. Bir ses işitti arkasında. Fısıltıyı andıran bir sürtünme sesiydi bunu. Sesin geldiği yöne doğru hızla kafasını çevirdi. Geldiğini farketmemişti. Sinsiliğinde kasıt vardı ve bunun farkındaydı. Erken gelebildiği için seviniyordu. Her ikisi de sevincini belli etmedi. Böyle olurdu her defasında.
Hatrını sordu yeni gelenin. Cevap alamayışı, onu yanıtsız bırakmıyordu. Her zamanki gibiydi. İlgisiz görünmeyi sürdürüyordu. Hemen işe koyulma hali, mesaisine geç kalmış bir banka personelini andırıyordu. Hiçbir zaman telaşlı değil, odaklanmıştı. Kendi kendine meraklandı; neyi örtüyor olabilirdi bu ciddiyet?
Odanın ortasına doğru yürüdü yeni gelen. En sevdiği içkisi, kendisi kadar alçak olan sehpanın üzerinde, yanında renkli bir peçete ile bekliyordu.
Kumral saçlı olan yarım bıraktığı işine geri döndü. Birazdan herşeyin yoluna gireceğini biliyordu. Kafasını kaldırıp saate baktı. Saate baktıkça geç kalıyordu.
- "Kaplumbağalar ikiyüz yıl yaşıyormuş" dedi.
Buna da kayıtsız görünmeyi başardı yeni gelen. Ama düşünüyordu. İkiyüzyıl çok mu fazlaydı acaba. Bunu bilmiyordu. Bilmediği o kadar çok şey vardı ki.
Bilgisizliğini kayıtsızlığıyla saklamak onun tarzıydı. "İkiyüz yıl" oldukça zorlayıcı bir büyüklüktü. Uzun yaşamak, diğer pek çok büyüklüğün yanında
en cezbedici olanı gibi göründü o anda. "Kaplumbağalar" diye geçirdi içinden. Bu bilgiyi kendisinden çok daha bilgili olan başka birine danışmayı düşündü o an.
İçkisinden bir yudum aldı. Bir başkasına danışacak vakti yoktu. Bir şeyler düşünmeliydi. Yenildiğini hissetmekten keyif almadı hiçbir zaman. İnatçıydı.
Filler ve balinalar büyük ve yenilmezdi. Ama insanlar tarafından avlanırdı. Aslanlar da rakipsiz görünüyordu ama kaplumbağanın sunduğu benzersizliğe sahip değildi.
Kaplumbağadan fazla uzaklaşmak istemedi. Üstün ve benzersiz bir şey bulmak istiyordu.
Bir anda gözleri büyüdü. Kelimedeki son harfin üzerine vurgu yaparak "yılan" dedi. Yılan vahşi ve zaptedilemezdi. Mekan tanımazdı. Korku salan bir tıslaması, dili ve dişleri vardı. Sinsiydi. Bu fikri çok ilginç buldu o an. Kendisine yakıştırdı.
Kulak tırmalayan bir gürültüyle tıslamaya ve yerde sürünmeye başladı. Hatta kıvranıyordu. Bütün odayı sürünerek dolaştı. Arasıra gözünü çevirip kaplumbağaya bakıyordu. Kaplumbağanın bakışlarını kendisine çevirebileceğini umduğu anlarda dilini çıkarıp oynatıyordu. Ancak kaplumbağa son derece gururlu bir duruş sergiliyordu.
Bir şey yapmasına gerek yoktu. Nasıl olsa ikiyüz yıl yaşayacaktı. Tanıdığı en yaşlı insanlardan çok daha fazlası olmak demekti bu. Kalın bir kabuğu vardı ve güvendeydi. Kimse ona zarar veremeyecekti. Tıslamalar onu rahatsız etmiyor, dişleri korkutmuyordu. Ağır adımlarla yürüyor, sakin sakin etrafını süzüyordu. Herşey kontrolü altındaydı. Kendisi ise sürünmekten yorulmuştu.
Bir hikayeyi anımsadı o anda. Bir öpücükle, yakışıklı bir prense dönüşen kurbağanın bahsedildiği hikayeyi. "Kurbağa olsana sen" dedi. Kumral saçlı, ağır duruşunu bozmadan düşündü. Yılan kurbağayı bir lokmada yutabilirdi. Bunun bir tuzak olduğundan emindi.
"Kurbağa mı?" diye sordu ve tiksinti ile kusacakmış gibi yaptı arkasından.
Bir küçük kızın ilk hayal kırıklığıydı bu. Sürünerek portakal suyuna doğru ilerledi.
- PG
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder