paramparça anlar ve sahipsiz anılar.

Yoksun olduğumu fark ettim; birçok şeyden, birçok yerden, birçok insandan. Nedenleri olmayan sonuçlarım vardı. Amaçsız bir adamdım. Yaşıyordum. Öylesine yaşayanlardandım. Şarkılar vardı sonra. Şarkıların meydana getirdiği yapaylıklar vardı. O yapaylıkları kusan bir adam vardı. Pisliğin içinde boğulan kadınlar vardı. Nefret dolu kadınlar. Tutku dolu kadınlar. Aşk dolu kadınlar. Hayatlarının bir döneminde yanlarında olduğum, kalanındaysa beni içlerinden atmak için uğraşanlar. Sonra. Yine bir adam vardı. Aynı adam. Kıçı kaçınan, yalnız bir adam.

Ayna gibi hissediyorum. Meraklı ve korkak insanlar var çevremde. Tek başıma değilim; kendilerinden sıkılana dek. Sıkılacaklar. Başka adamların başka kadınları olacaklar ve ben yine yalnız kalacağım. Daha doğrusu hep yalnızdım da farkında değildim. Değil miydim? Her seferinde biraz daha çatlıyorum. Günün birinde kırık bir ayna olacak ve onları kanatacağım. Onları kanatan kendileri olacak. Farkında olmayacaklar. Farkında olmamanın doğurduğu bir intikam güdüsü kaplayacak ruhlarını. Soğuk. Soğuk olan her şey kadar da heyecan dolu olacak. Öleceğim.

Saat sıfır beş otuz. Yatağım beni bekliyor. Ben yatağımı istiyorum. Ama orası, bana dünyanın geri kalanı kadar uzak sanki. Dünyanın geri kalanına sadece orada dokunabileceğimi biliyorum. Dokunmakla kalmayacağımı biliyorum. Bunu diğerlerinin hiç bilmeyeceğini de biliyorum.

Bittersweet. Tek şat.

Saat on iki elli sekiz. Kıçım kaşınmaya devam ediyor. “Bir sigara olsa iyi olurdu.” diyorum, önümdeki sigaraya bakarken. Sigara da bana bakıyor mu? Tanrı beni görüyor mu? Bazen merak ediyorum da, tanrı gerçekten müşfik bir adam mı? Ben bu kadar yalnızken, yalnız kalmama nasıl izin veriyor? Neden yanımda değil? Yanımda olsa, yalnız kalmayı dileyeceğimden mi korkuyor yoksa? Bazen merak ediyorum da, tanrı gerçekten cesur bir adam mı?

Üç dakika kırk üç saniyelik bir uyuşturucuyla sallanan bir kadın. Sarışın bir kadın. Orgazmın doruklarında. Dünyada değil. Benimle değil. Kendisiyle baş başa. Kendisini seviyor. Ama sadece üç dakika kırk üç saniye boyunca. Bense derinlerindeyim kendimin, onun ya da dünyanın geri kalanının. Dudaklarını istemiyorum güzelim. Başkalarına değmiş ve hep değecek olan dilini istemiyorum. Memelerini istemiyorum senin. Uzun bacaklarına karnım tok. Bana sevgi gerek güzelim. Hiç sevmemiş olan birinin sevgisi gerek. Onunla ölebilirim. Onu sevmeyerek ölebilirim. Beni sevmediği anda ölebilirim. Ya da boş ver. Ölemeyecek kadar büyük bir egoya sahibim. Bir bardak daha? Bir posta daha? Daha fal bakacaktık güzelim?

“Ah.”

“Oh.”

Sözcüklerin sihri. Bir fahişenin kollarında, üzerine düşünülmemiş, dokunulmamış, bakire hislerin sihri. Bakire aşkların orospu adamı. Yaşamayı hak etmiyorsun sen. Ölmeyi hiç hak etmiyorsun. Kadının memelerini hak etmiyorsun. Onun kıçını hak etmiyorsun. Onun kollarını hak etmiyorsun. Ama orada kaybolmana izin verecek. Kendinde seni kaybetmek isteyecek. Herkes yapar bunu. Çünkü bu hayat, hayallerinin insanını aramak için fazla kısa. Ama insanlar hayallerinin insanını bulduğunu sanacak kadar aptallar. Olmayan birini bulduklarını sanacak kadar. Ama bu yüzden onları yadırgayamam. Neden olduğunu biliyorsun tanrım. Tanrım. Sanrım. Oh.

Kanım. Kanımda garip olan bir şey var. Kanımda kan var. Oraya fazla. Orası sadece viski dolu olmalıydı. Tekila. Bira. Rakı. Votka. Duman dolu olmalıydı orası. Orası boşalmalı. Boşalmalı orası, anlıyor musun? Ben sana boşalırken, elimdeki bardak dudaklarımdan boşalırken, kanım bileklerimden boşalmalı, anlıyor musun?

Hadi. Kapat perdeleri güzelim. Kapat perdeleri tanrım. Aletim inmeden, hayat bana biraz daha binmeden, senin olmaya geliyorum. Yok olmaya geliyorum. Gidiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder